top of page

basın

KENDÄ°LERÄ°NÄ° BULMAK

Maxim Vengerov ve Ulucan KardeÅŸler / BSF 2018

Ä°lk bakışta program biraz yanlışlıkla seçilmiÅŸ gibi görünüyordu. Festivalin 3 Nisan konserini Maxim Vengerov ve öÄŸrencileri Liszt Ferenc Chamberorchestra eÅŸliÄŸinde seslendirdi. Daha sonra, her parçanın bilinçli olarak seçildiÄŸi ortaya çıktı ve sonunda halk tam bir memnuniyet içinde ayrıldı.

János Malina tarafından yazıldı.

Pesti Vigadó'da gerçekleÅŸen konserin ilk bölümünde Brahms'ın paha biçilmez F minör piyano beÅŸlisini (op 34) dinledik. Aradan sonra sadece transkripsiyonlar geldi: önce Mozart'ın iki keman için nadiren çalınan Do majör Konçertonu, ardından oda veya senfonik orkestra olarak çalışan Liszt Ferenc Chamberorchestra'nın eÅŸlik ettiÄŸi üç romantik solo eser.

 

Konserin baÅŸlığını okuduktan sonra - “Maxim Vengerov ve Ulucan kardeÅŸler” - programın neden bu kadar dolambaçlı olduÄŸunu anlayabiliyoruz. Büyük Rus kemancı aynı zamanda kararlı bir öÄŸretmendir. Bulgaristan kökenli üç Türk Ulucan kardeÅŸten ikisi - kemancı-viyolacı Özcan ve piyanist Birsen, Vengerov'un daha önce Saarbrücken Müzik Akademisi'nde öÄŸrencileriydi. Brahms parçasında üçü de Vengerov ve çellist Richard Rozsa ile çaldı. Özcan bu parçada ablası AyÅŸen'e ikinci keman bölümünü sunan viyolayı çalmıştır. Mozart'ta onlar - AyÅŸen ve Özcan solistlerdi. Ondan sonra ustalarının oyununun tadını çıkarabiliriz.

 

Brahms beÅŸlisinin performansı ilk anda kafa karıştırıcı görünüyordu. Vigadó'nun kilise gibi akustiÄŸi mükemmel olmaktan uzaktır ve beÅŸ enstrümanın sesi biraz kaba ve atomize olmuÅŸtur. Ä°lk bölümde sanatçılar akustik koÅŸulları nasıl ele alacaklarını bilmiyor gibiydiler. Yorumlarının heyecan verici, inandırıcı ve güçlü olmasına ve Vengerov'un çalımındaki olaÄŸanüstü akıcılık veya Özcan Ulucan'ın ses yoÄŸunluÄŸu gibi bireysel özellikleri de hissedebiliyor olmamıza raÄŸmen; yine de toplam etki oldukça gerçek dışı ve gölgeliydi. Ä°kinci hareket bir dönüm noktasıydı - fiziksel engelleri nasıl aÅŸtıklarını hala anlayamıyorum. Sanırım bu bir tür içsel güç seferberliÄŸiydi. ÖrneÄŸin önceleri daha az duyulur görünen Richard Rozsa'nın ince tonlarda usta olduÄŸu ortaya çıktı; ve Birsen Ulucan, zengin renkleri ve çalım gibi ÅŸarkı söylemesi harika bir yorum kaynağı olan birinci sınıf bir piyanist. Etkileyici, hatta dışa dönük yavaÅŸ hareketten sonra, esnek Scherzo bir atılımdı ve ardından tüm ihtiÅŸamıyla oynanan anıtsal son hareket geldi.

 

Vigadó'nun sırlarından biri, Liszt Ferenc Chamberorchestra sahnedeyken akustik problemlerin ortadan kalkması. Mozart Concertone'daki en ilginç ÅŸey, AyÅŸen ve Özcan Ulucan'ın birbirinden tamamen farklı iki müzikal ve ses karakterinin mükemmel bir ÅŸekilde bütünleÅŸmesiydi. AyÅŸen kristal berraklığında sesi, müzikal anlatımın inceliÄŸi ve hafifliÄŸiyle (ki bu önemsizlik anlamına gelmez) birleÅŸiyor. Tipik bir kadın karakterdir - eÄŸer bu kategori varsa. Ayrıca oyunculuÄŸu, görünüÅŸü ve karakteri Macaristan'da iyi tanınan Alina Pogosztkina'ya çok benziyor. Özcan, maskülen, karanlık ve dolgun bir ses kullanır; aynı zamanda ince ayrıntılara duyarlıdır ve müzikal ve teknik kontrolü mükemmeldir. Ä°kili, yapıcı bir diyaloÄŸun nadir bir örneÄŸidir, mükemmel bir eÅŸleÅŸmedir. Orkestranın hafif, dengeli, kusursuz ve aÅŸağıdaki parçalarda da düÅŸünceli bir ÅŸekilde çaldığını söylememe izin verin, tüm deneyimin büyük bir avantajıydı. Concertone'da obuacı, Béla Horváth ve çellist Ottó Kertész ikincil bir solo rol aldılar, ancak performansları ana solo oyuncuların performansına eÅŸitti.

 

Ardından Massnet'in Thais operasından ünlü Méditation'ı (Ágnes Polónyi'nin önemli arp solosu ile) dinledik. Sonraki iki parça Saint-Saëns, Havanaise op 83 ve GiriÅŸ ve Rondo capriccioso op 28'dendi. Her ikisi de ilham verici, mizah dolu, ancak bu müzik tüm programın müzikal düzeyine uymuyor. Gerçekten harika bir sanatçı olarak sihir yapabilen Vengerov'un performansının aksine: derin virtüözitesi ve parçaları yükseltmek için tefekkür etmesi, onu huÅŸu içinde dinledik. Onun sayesinde sanat tapınağına götürüldük.

Ulucan Trio2020.jpg

Vitrindeki Albümler
Ulucan Trio 'Manav/Sonmez/Genckal/Ravel: Piyanolu Üçlüler (Çagsav Music)
4 Aralık 2021

cumhuriyet_gazetesi_logo.png

Bulgaristan’da sanat sevgisinin güçlü olduÄŸu bir ailede doÄŸan büyüyen Ulucan KardeÅŸler, klasik müzik çalışmalarına Åžumen’de baÅŸlamışlardı. 1989 yılında aileleriyle birlikte Türkiye’ye göçen kardeÅŸler, çalışmalarını önce burada, ardından Ä°ngiltere, Amerika ve Almanya’da sürdürmüÅŸlerdi. Solistlik kariyerlerine hem birlikte hem de ayrı ayrı devam eden üç kardeÅŸ, ünlü müzisyenlerle çalışmış, konserler vermiÅŸ, uluslararası yarışmalarda ödüller kazanmıştı. 

​ ​

KardeÅŸ olmanın avantajı onların müziklerinde her daim hissediliyor. Sanki aralarındaki gizli iletiÅŸim ağı bulunuyormuÅŸçasına anlaşıyorlar. Onların solo, duo ve trio olarak oluÅŸturduÄŸu aile albümleri kuÅŸağını iyi yansıtan yorumlar olmakla birlikte, iyi bir geleceÄŸe sahip olduklarının da ipuçlarını taşıyor. Her biri yetenekli ve renkli karakterler; yanı sıra tutkulu ve keÅŸifçi...

​ ​

Özcan ve Birsen kardeÅŸlerin çellist Ozan Evrim Tunca ile birlikte oluÅŸturdukları Ulucan Trio’nun 2020 yılında çıkardıkları albüm, DoÄŸu renklerini de içinde barındıran çaÄŸdaÅŸ müzik çalışmaları adına usta iÅŸi bir hamle. “Piyanolu Üçlüler” albümü, üç Türk (Özkan Manav, Özcan Sönmez ve Berkant Gençkal), bir Fransız (Maurice Ravel) bestecinin eserlerini trio formatına uyarlıyor.

​ ​
Ulucan Duo - MOZART / DEBUSSY / STRAUSS (Çagsav Music)
4 Aralık 2021

cumhuriyet_gazetesi_logo.png

Ülkemizde oda müziÄŸinin ilk akla gelen isimlerinden Ulucan KardeÅŸler; Birsen, Özcan ve AyÅŸen Ulucan. KardeÅŸler, Franz Schubert, Franz Liszt, Fazıl Say, Zeynep GedizlioÄŸlu ve Ä°nci Yakar’ın eserlerinden oluÅŸan ilk çalışmaları “Bir AÄŸaç Gibi” albümünü üçlü formatta 2008 yılının ÅŸubat ayında kaydetmiÅŸti. Dinamik ve coÅŸkulu yorumlarıyla dikkat çeken kardeÅŸler, zaman içinde farklı kombinasyonlarla çalışmış, yeni kuÅŸağın sesi olacak iÅŸlere imza atmış, yurtiçi ve yurtdışında baÅŸarılı konserler vermiÅŸlerdi.

 

KardeÅŸlerden ikisi, piyanist Birsen ve kemancı Özcan Ulucan, 2021 yılını Ulucan Duo adıyla yaptıkları güzel bir çalışma ile taçlandırıyor.

 

Büyük bestecilerin unutulmaz eserlerine (kuÅŸağının ruhunu maharetle yansıttıkları için genç iÅŸi demekte sakınca görmediÄŸimiz) yeni bir ruhla yaklaÅŸan Ulucan KardeÅŸler’in son kayıtları klasik, romantik ve empresyonist dönemin üç bestecisine odaklanıyor. Wolfgang Amadeus Mozart, Claude Debussy ve Richard Strauss... Üç büyük bestecinin üç önemli sonatını içeren albümün özelliklerinden biri de, Strauss’un keman-piyano sonatının ülkemizde ilk kez kaydedilmiÅŸ olması. 

​ ​

Åžiirsel bir anlatım; sanatsal açıdan parlak, ruhen derin ve samimi... Kayıtlar ise pırıl pırıl...

Ulucan Trio ve Yeni Ufuklara DoÄŸru

Erol Köymen

2 Aralık 2020 / Sanattan Yansımalar

Ulucan Trio2020.jpg

Bu yazıyı yazarken, kendimi biraz ilk adımlarını atan bir kedi yavrusu gibi hissediyorum. Öncelikle, size, okurlarıma ilk defa hitap ettiÄŸim için. Ama, sadece size ilk defa hitap ettiÄŸim için deÄŸil, ilk defa bir müzik eleÅŸtirmeni olarak parmaklarımı klavyenin üzerine gezdirdiÄŸim için de biraz heyecanlıyım. Bir de ÅŸu var: ismim ve ailemin yarısı Türk olmasına raÄŸmen, anadilim Türkçe deÄŸil, sonradan öÄŸrendim Türkçeyi. Yani, bir kaç açıdan bir yenilik, bir deneysel çalışma olarak baÅŸlıyorum bu yazıya.

 

Ne ÅŸans ki böyle bir yaklaşım bu yazıda iÅŸleyeceÄŸim Ulucan Trio Pianolu Üçlüler adlı yeni albüme çok yakışır. Bu albüm Ulucan Trio’nun ilk albümü olmakla beraber, hemen hemen her açıdan yenilikle iç içe. Albümde dört tane piyanolu üçlü yer alıyor: üç tanesi Türkiye’de çalışan oldukça genç, Özkan Manav, Özcan Sönmez ve Berkant Gençkal adlı besteciler tarafından son yirmi sene içerisinde bestelenmiÅŸ eserler. Dördüncü üçlü ise, parlak orkestrasyon kabiliyetinden dolayı mı, rafine melodilerinden dolayı mı bilmiyorum, ama benim kafamda her zaman belli bir tazelik hissi uyandıran Fransız besteci Maurice Ravel’den. Yani, Ulucan Trio müzisyenleri üç tane oldukça yeni eserin yanına varolan ama yine de uyum saÄŸlayan bir eser koyarak hem çeÅŸitli müzik materyelleriyle uÄŸraÅŸarak hünerlerini sergilemiÅŸ oluyor, hem de deÄŸiÅŸken ama aynı zamanda birleÅŸtirilmiÅŸ yeni bir albüm sunmuÅŸ oluyor.

 

Piyanolu Üçlüler albümüyle zaman geçirirken, tesadüfen yirminci yüzyıl Alman felsefeci, sosyolog, ve müzikolog Theodor Adorno’nun estetik teorileriyle ilgili bir kitabını okuyordum. BilindiÄŸi üzere, Adorno, estetik özerklik çerçevesi içerisinde nesnel formlarla uÄŸraÅŸmayı, dünyanın gittikçe her tarafını fetheden kapitalist “kültür endüstrisi”ne karşı baÅŸvurulabilecek bir direnç ve yenilik kaynağı olarak deÄŸerlendiriyor. Bu yazıyı Adorno’dan ilham alarak ancak Adorno’nun oldukça karmaşık fikirlerine fazla girmeden ve albümün düzeninden yola çıkarak neredeyse teleskopik bir yaklaşımla ÅŸekillendirdiÄŸimi söyleyebilirim.

 

Yazının ilk kısmında, icra kalitesinden ziyade eserlerin kendisine odaklanıyorum, çünkü Ulucan Trio üç çaÄŸdaÅŸ eseri yan yana koyarak, bestecilerin estetik nesnelerine üç farklı yaklaşım tarzını kıyaslama fırsatını bize güzel bir ÅŸekilde sunuyor. Bilinen bir eser olan Ravel’in triosunu albüme ekleyerek ise, kendi yorum kabiliyetini sergiliyor. Bu nedenle yazının ikinci kısmında perspektifi biraz geniÅŸleterek eserden ziyade Ravel triosuyla nasıl uÄŸraÅŸtıklarına bakıyorum.

 

Bu yazıda, bestecilerin ve yorumcuların perspektifleri de tabii ki benim aracılığımla filtreleniyor, hem eserlerle ve yorumlarıyla, hem de yetiÅŸkin olarak öÄŸrendiÄŸim bir dilde yeni bir yazı tarzı ele alarak daha önce uÄŸraÅŸmadığım nesnel formlarıyla uÄŸraşıyorum (kültür endüstrisine karşı bir adım atıp atmadığımı henüz saptayamadım). Bunların hepsinde amacım, ÅŸurası iyi ÅŸurası kötü diyerek bir uzman gibi deÄŸerlendirme yapmaktan ziyade, bu son derece keyifli albümle ilgili bazı fikirlerimi ve izlenimlerimi paylaÅŸarak dinleyiciler için daha derin ve kafa yorucu bir tecrübeye yol açmak.

​

Perspektif 1:

ÇaÄŸdaÅŸ Türk Oda MüziÄŸi ve Nesnel Forma Üç Farklı Bakış

​

Bu albümde sanki çaÄŸdaÅŸ Türk oda müziÄŸinin küçük bir turu yapılıyor. Albümün keyfi albümdeki üç farklı bestecinin materyellerine üç farklı yaklaşımını kıyaslayarak çıkarılabilir. Özkan Manav’ın tek bölümlü Laçin adlı eserinin gövdesini, parçalanıp süslenmiÅŸ, yeni bir çerçeve içerisine koyulmuÅŸ Laçin adlı bir halk ÅŸarkısından ibaret olarak deÄŸerlendirirsek, Özcan Sönmez’in üç bölümlü eserinin “pastiÅŸ” yaklaşımı çerçeve içerisinde, bir halk ÅŸarkısı dahil olmak üzere, neoklasik Rus melodi anlayışı, izlenimci Fransız harmoni yaklaşımı, sonata form gibi çeÅŸitli unsurlardan oluÅŸtuÄŸunu görebiliriz. Berkant Gençkal’ın “Küpe ve Çocuk” adlı eseri ise, 19. Yüzyıl Alman yazarı Karl Georg Büchner’in “Wozzeck” adlı oynundan ilham alarak notalarla birbirinden çok farklı iki bölümde özgün bir tablo çizmeye çalışıyor. Yani, kısaca bu üç eserdeki üç farklı yaklaşım tarzını “bütünlük,” “pastiÅŸ,” ve “yansıma” olarak deÄŸerlendirebiliriz.

 

Albümü ilk dinlediÄŸimde, en çok hoÅŸuma giden eser kesinlikle Sönmez’in üçlüsüydü. Sönmez, çeÅŸitli unsurları pastiÅŸ ÅŸeklinde yalın klasik formlara sokarak, oldukça cezbeden bir müzik sunuyor. ÖrneÄŸin, 20. yüzyıl rus bestecilerini hemen akla getiren birinci bölümün birinci temasının enerjik, cıvıl cıvıl, ama hafif de kinayeli melodisini tatmin edici bir ÅŸekilde üç enstrümana sırayla dağıtıyor. Tekrarlamada, bu temayı kurnazca deÄŸiÅŸtirerek dinleyicinin ilgisini tutuyor. Üçüncü bölümdeki daha kromatik armoni dili de yeni bir soluk getiriyor. YavaÅŸ ikinci bölümdeki temasını bir halk ÅŸarkısından alarak bambaÅŸka bir hava yaratırken, yine de tematik ekonomisiyle esere uygun bir yaklaşım sergiliyor. Aslında, eserde biraz fazla tasarruf var: eserin üç bölümü toplam olarak aÅŸağı yukarı sekiz dakika sürüyor. Sönmez, bir araya getirdiÄŸi tatmin edici temaları ve potansiyeli geniÅŸ klasik formları biraz daha verimli bir ÅŸekilde kullanamaz mıydı?

 

Sönmez, çeÅŸitli unsurları sırayla, yalın bir ÅŸekilde kullanırken, Manav, tek bir halk ÅŸarkısından zengin, iç içe bir bütünlük yaratıyor. Youtube’da Laçin adlı azeri halk ÅŸarkısının daha geleneksel birkaç versiyonunu birkaç kere dinledikten sonra Manav’ın nesnesine karşı kullandığı yaklaşımı daha iyi anladım. Manav, eserin baÅŸlangıcı ve sonunda muammalı piyano akortlar üzerine semavi, aÅŸağıya kayan yaylı çalgıların seslerinden ibaret bir “atmosfer” koyarak, aslında yeni bir bütünlük yaratıyor. Yani, Laçin halk ÅŸarkısını bir nesne olarak alıp kendi yarattığı bir çerçevenin içine koyuyor. O çerçeve içerisinde, Laçin temasını gererek, dağıtarak ve neredeyse noktacı bir teknikle Picasso gibi geleneksel temayı açıp yeni perspektifler saÄŸlıyor, yeni bir bütünlük yaratıyor.

​

Albümdeki daha az sevdiÄŸim bir eserden bahsetmem gerekirse, herhalde Gençkal’ın “Küpe ve Çocuk” eserini seçerdim. Ä°lk bakışta Büchner’in aldatma ve ölümle dolu “Wozzeck” oyunundan ilham alması dikkatimi çekti, fakat Gençkal’ın yirminci yüzyılın önemli eserlerinden biri olan, seri teknikleri akımında yer alan Alban Berg’in aynı ismini taşıyan operasıyla hiç bir alakası olmadığını iddia etmesi sanki onu tehlikeli sulara itiyor. Özetle, Gençkal’ın versiyonu biraz banal duruyor.

​

Gençkal, CD kitapçığında, eseri birbirinden çok farklı iki bölüme bölerek, bir kontrast oluÅŸturmaya çalıştığını söylüyor. Bir tarafta bunu beceriyor: birinci bölümde keman ve viyolonsel tarafından unisono sergilenen kıvrımlı, muammalı uzun melodiler, arpej ÅŸeklinde düzenlenmiÅŸ hafif kromatik, piyanoda çalınan armoniler üzerine gezerken, ikinci bölümde baÅŸlığındaki “çocuÄŸu” göstermek için, tekrarlayıcı, vurmalı melodiler aksak ritimlerle kullanılıyor. Kesinlikle, birinci bölümdeki uzun melodilerin ve ikinci bölümdeki ritımlerin keyifli tarafları var, fakat eserin her iki bölümünde de bir yönsüzlük, amaçsızlık sezdim—sanki, olayları oldukça net olan Wozzeck hikayesinin ÅŸeffaf bir camdan filtrelenmiÅŸ bir yansıması gibi.

​

Perspektif 2:

Ulucan Trio’nun Ravel Yorumu

ve Öbür Dünyalardan Yansımalar

​

Birinci kısımda albümdeki üç çaÄŸdaÅŸ türk eserinde kullanılan

üç farklı yaklaşımı kıyasladık. Åžimdi, perspektifimizi biraz

geniÅŸleterek dikkatinizi albümdeki dördüncü eserinin yorumuna

çekmek istiyorum. Ulucan Trio’nun Maurice Ravel’in La Minör

triosu yorumuna baktığımız zaman, müzisyenlerin kafalarını ciddi

anlamda yorduÄŸu gayet açıktır. Ulucan Trio müzisyenleri, çeÅŸitliliÄŸiyle

neredeyse bir pastiÅŸ sergileyen Ravel’in bu müziÄŸini analiz ederek

ve yorumlayarak, hem form açısından bütünlükler oluÅŸturmaya

baÅŸarmış, hem de detaylarına odaklanarak farklı imgeleri çok rafine

bir şekilde yansıtmışlar.

 

Mesela, Ulucan Trio’nun Ravel’de bütünlüÄŸü nasıl oluÅŸturduÄŸunu anlamak için, eserin üçüncü bölümüne dönebiliriz. Bu yavaÅŸ bölüm bir passacaglia: yani bütün bölüm tekrarlayan tek bir tema üzerine inÅŸa ediliyor (bu anlamda, Sönmez’in triosunun halk ÅŸarkısını kullanan ikinci bölümüyle bir baÄŸ kurulabilir). Bir piyano giriÅŸinden sonra, violonselci Ozan Evrim Tunca temayı kadife gibi, yumuÅŸak bir sesle sunuyor. Sonra, bu tema keman ve piyano arasında paylaşılıyor. Benim betimlemek istediÄŸim ÅŸey, müzikal gerilimi kontrol ederek müthiÅŸ bir mimarlık oluÅŸturmaları. ÖrneÄŸin, kayıtta 3:30 civarından itibaren âni bir piyano dinamiÄŸiyle bir crescendo baÅŸlıyor ve bölümün zirvesine kadar devam ediyor. DinamiÄŸi ve gerilimi böyle kontrol ettikleri için, dinleyecinin bölümü bir yay ÅŸeklinde algılamasını saÄŸlıyorlar ve bölümün zirvesi çok dramatik oluyor. Dinlerken kendimden geçtim.

 

Fakat, ince detaylar da insanı kendinden geçirebilir. Form ve bütünlükten detay ve imgeye dönebilmek için, perspektifimizi birinci bölüme çevirelim. Ulucan Trio’nun ellerinde, bu bölümün birinci teması zarif ama hafif tereddütlü bir imge yansıtıyor. Bu ise, melodiyi bir ölçülük parçalara bölerek ve dinamiÄŸi kontrol ederek, yay ÅŸeklinde küçük söyleyiÅŸler haline getirmeleri ve bu kısa söyleyiÅŸlerin son notundan önce hafif bir nefes vermelerinden kaynaklanıyor. Nedense, bu temanın Ulucan Trio yorumunu dinlerken aklıma soluk pastel renklerle barok stilinde süslenmiÅŸ bir salonda tek başına dans eden bir balerindan ibaret bir imge geliyor. Fakat, birinci temadan sonra gelen heyecanlı geçiÅŸle bu imge siliniyor, yine olaÄŸanüstü bir detaylılıkla ikinci temaya yaklaşırken tempo yavaÅŸlıyor, 2:05 civarında ikinci tema hemen çıkmadan önce müthiÅŸ, derin bir nefes alınıyor. Müzisyenler bu nefesin verilmesini ritardandoya dikkat ederek öyle saÄŸlıyor ki, ikinci tema Özcan Ulucan’ın rafine keman sesiyle baÅŸlayınca, sanki bambaÅŸka bir dünyaya, belki hafif sisli bir ormanın ortasındaki bir bahçeye gözlerimi yeniden açmış gibi hissettim. Kültür endüstrisi bir kenara, bu pandemi esnasında böyle detaylar önemli ÅŸeyler.

 

Bahçe derken, tabii ki her ÅŸey güllük gülistanlık deÄŸil. ÖrneÄŸin, ikinci bölümünde kemanın spiccato tekniÄŸi bana biraz abartılmış ve sivri gibi geldi. Ya da, zaten daha ağır, orkestra gibi hava yaratan dördüncü bölümünün sonunda gelen koda kısmında, sanki biraz daha çabuk bir tempoyla daha hafif, esere daha uygun bir sonuç olabilirdi. Ama böyle ÅŸeylere “kusur” denemez, onlar da dikkatle hazırlanmış bir performansın üzerine tartışılabilecek konulardan.

​

Perspektif 3:

Yeni Ufuklara DoÄŸru…

 

Tartışılabilir ve tartışılmalı. Kısa bir ÅŸekilde olsa da, bu yazıda sizinle Ulucan Trio’nun ilk albümüyle ilgili bazı düÅŸüncelerimi paylaÅŸtım. ÇaÄŸdaÅŸ Türk bestecilerin çeÅŸitli nesnel formlara nasıl yaklaşıp yeni eserler çıkardığı, Ulucan Trio’nun Ravel’in oluÅŸturduÄŸu formları nasıl yeniden canlandırdığıyla ben de uÄŸraÅŸtım, o çeÅŸitli formlarla uÄŸraÅŸarak Sanattan Yansımalar’daki ilk yazımı ÅŸekillendirdim. Benim için bu formlarla uÄŸraÅŸmak ufuk açıcıydı. Artık teleskopik sırada sizsiniz. Benim ÅŸekillendirdiÄŸim nesneyi size, okurlarıma bırakıyorum. Umarım siz de burada oluÅŸturduÄŸum formla uÄŸraşır, Ulucan Trio’nun yeni albümüne dinleyip kendi fikirlerinizi benimle ve arkadaÅŸlarınızla paylaşırsınız. Haydi, beraber yeni perspektiflerle yeni ufukları dinleyelim.

Ravel.jpeg
ozcan-ulucan-birsen-ulucan.jpeg

Ohri’de Türkiye’yi temsil edecekler
Birsen ve Özcan Ulucan, yarın Kuzey Makedonya’daki festivalde sahneye çıkacaklar.
5 AÄŸustos2020

cumhuriyet_gazetesi_logo.png

Kuzey Makedonya’nın Ohri ÅŸehrinde düzenlenen Ohri Uluslararası Müzik Festivali'ne davet edilen, sanatçı kardeÅŸler, piyanist Birsen Ulucan ve kemancı Özcan Ulucan 6 AÄŸustos’ta saat 21.00’de Ayasofya (St. Sophia) Kilisesi’nde konser verecek.

​

 

Sanatçılar konserde, W.A. Mozart, A. Adnan Saygun, I. Debussy ve R. Strauss’un eserlerini seslendirecek. Ohri Yaz Festivali, 4 AÄŸustos 1961’de opera sanatçısı Ana Lipsha Tofovic’in 11. yüzyıldan kalma antik kilise St. Sophia’da konser vermesiyle baÅŸladı. Festivalin ilk yıllarından itibaren müzik alanında düzenlenen bölümü dünya müzisyenlerinden de ilgi gördü.

​

 

Rus Kemancı Leonid Kogan ve Fransız çellist Andre Navarra’ nın sahne almasıyla festival uluslararası bir görünüm kazandı. Takip eden yıllarda festivale koro ve tiyatro bölümleri de eklendi.

 

Festival, Jose Carreras, Henryk Szeryng, Mstislav Rostropovich, Aldo Ciccolini, Elena Obraztsova, Victoria de los Angeles gibi dünyaca ünlü klasik müzik sanatçılarını ağırladı.

​

Geçen yılki festivale Türkiye’den altı koro katıldı. Sosyal mesafe ve hijyen baÄŸlamında tüm önlemler alınarak düzenlenen Ohri 60. Jübile Yılı Festivali 4- 20 AÄŸustos tarihleri arasında yapılacak.

ULUCANLAR MANÅžET - 1.jpeg

Aile boyu Ulucanlar'dan pırıltılı konser...
Åžefik Kahramankaptan / Sanattan Yansımalar  
24 Mart 2019

Müzisyen aileler konusunda bir proje yapmayı düÅŸündüÄŸünü ÅŸef Ender Sakpınar nicedir söyler dururdu. Ä°KSV elini çabuk tutup geçen yılki Ä°stanbul Festivali'ne bu konuyu tema olarak seçti. Sakpınar ise projesinin ilk adımı olarak, 23 Mart 2019 akÅŸamı, Ulucan KardeÅŸler'i EskiÅŸehir BüyükÅŸehir Belediye Orkestrası'yla sahneye çıkardı.

​

Ulucan KardeÅŸler; Birsen Ulucan (d. 1970, piyano), Özcan Ulucan (d. 1973, keman), AyÅŸen Ulucan (d. 1985, keman) öyle yedi göbek müzisyen bir ailenin çocuÄŸu deÄŸiller. Onları özendirip müziÄŸe yönlendiren babaları Dr. Mehmet Ulucan (d.1942) bir tıp doktoru... Öyküleri Bulgaristan'ın Åžumnu (Åžumen) kentinde baÅŸlıyor. Bir sanat ve edebiyat aşığı olan, Nazım Hikmet baÅŸta pek çok ozanımızın ÅŸiirlerini ezbere bilen baba, sırasıyla çocuklarını müziÄŸe yönlendiriyor ve yetenekli oldukları saptanınca da bu serüven devam ediyor. Öyle ki, Özcan, en küçük AyÅŸen'in ilk keman hocası oluyor.

​

Serüven, Todor Jivkov döneminde Bulgaristan Türklerine isim deÄŸiÅŸtirme baÅŸta olmak üzere yoÄŸun baskılar sırasında, 1989'da ailenin göç ettiÄŸi Ä°stanbul'da devam ediyor. Özellikle oda müziÄŸi alanında isimlerini kısa sürede duyuran Birsen ve Özcan'ın etkinliklerinin bazılarını yıllar içinde yakından izlemiÅŸtim. Ailenin aynı konserde yer alacağını öÄŸrenince YHT adı verilen “hızlımsı” trene atlayıp EskiÅŸehir'e geldim.

AYLA-BALKAN - 1.jpeg

SAHNEDEKÄ° SÜRPRÄ°Z: MÄ°NÄ°K ULUCANLAR

 

KarşılaÅŸtığım sürpriz, sanat yaÅŸamını Ä°ngiltere'de sürdüren AyÅŸen'in oÄŸlu Balkan (d. 2013) ve kızı Ayla'nın da (d. 2015) annelerinin yanında, ellerinde küçük keman kutuları EskiÅŸehir'e gelmiÅŸ olmalarıydı. MeÄŸer, “Ä°lla ki biz de seninle birlikte geleceÄŸiz, biz de çalacağız”, diye tutturmuÅŸlar!

​

Ne yapsın ÅŸef Sakpınar, konserin başında durumu anlatıp, çocukları sahneye çıkardı. Onlar da kemanda annelerinin ilk verdiÄŸi derslerde öÄŸrendiklerini göstererek dinleyicinin büyük sempatisini kazanıp alkışını aldılar. Hele o minik Ayla yok mu, yüzünde tatlı bir tebessüm, cin gibi bakışlarıyla dinleyiciyi yerlere kadar eÄŸilerek selamlaması vardı ki, gerçekten görülecek sahneydi. DoÄŸal olarak en büyük alkışı da, adı Ayla Erduran'a atfen konulmuÅŸ olan 3 yaşındaki Ayla aldı. Onlara birer küçük buketi, ön sıradan kalkıp dedeleri verdi.

​

EskiÅŸehir Belediyesi Sanat ve Kültür Sarayı hıncahınç doluydu, öyle ki geçiÅŸ koridorlarının merdivenlerinde oturanlar bile vardı. Dinleyiciler arasında çocuklarının elinden tutup getirmiÅŸ, muhafazakar giysili anneleri de gördüm. Bu orkestranın temellerini atıp yaÅŸatan, müzik ve tiyatroyu sevdiren, ilçelerin ayağına götüren, olmadı ilçelerden izleyiciyi merkeze özel servislerle getirten BaÅŸkan Yılmaz BüyükerÅŸen'in, saÄŸladığı kazanımların biriydi bu... Çocuk Senfoni Orkestrası ve Korosu'yla da Tepebaşı Belediye BaÅŸkanı Ahmet Ataç bir baÅŸka kazanımı saÄŸlamıştı.

ULUCANLAR BÄ°S - 1.jpeg

DOYURUCU BÄ°R PROGRAM

 

KardeÅŸer, “küçükten büyüÄŸe” sıralandılar konser programında. AyÅŸen Ulucan, L. v. Beethoven'in Keman ve Orkestra için Romanslarından 1 ve 2 No'luları (Opus 40 ve 50) seslendirdi.Londra Filarmoni Orkestrası'nın kemancı havuzunda yer alan AyÅŸen, her iki romansın da kadans ve trillerinde ne yaman bir çalgıcı olduÄŸunu gösterdi.

 

Uzun yıllardır ünlü Rus kemancı Maxim Vengerov'un iki keman eserlerinde partnerliÄŸini yapmaya devam eden, Avrupa'da neredeyse çalmadığı konser salonu bırakmayan Özcan, bu konser için Rus besteci Sergey Prokofyef'in, hem teknik kapasite, hem de ruh isteyen Re majör (Opus 19) 1. Konçertosu'nu seçmiÅŸti.

 

Daha ilk ölçülerden itibaren, elindeki luthiyesi ve tarihi meçhul eski kemandan elde ettiÄŸi tınılar, eseri ne denli tanıyıp içselleÅŸtirdiÄŸini belirtisiydi. Bestecinin ilk bölümdeki “sanki bir rüya” yaklaşımını mükemmel yansıtan Özcan, ÅŸakacı ikinci bölümdeki cambazlıklarda ve eserin genelinde üstün tekniÄŸini, virtüoz yaklaşımını gösterdi. Bu konçertoyu çeÅŸitli solistlerin yanısıra Rus keman ustaları Viktor Pikayzen ile Sergey Kravçenko'dan vaktiyle dinlemiÅŸtim. Pikayzen zaten Özcan Ulucan'ın Ankara Devlet Konservatuvarı'nda master hocasıydı.

 

Özcan Ulucan, Mimar Sinan Devlet konservatuvarı'nda da Doktor öÄŸretim Üyesi ünvanıyla ders veriyor. Bu eseri çalışmak isteyen genç kemancılar için usta bir eÄŸitmen ve danışman olacağına kuÅŸku yok.

BÄ°RSEN ULUCAN 2 - 1.jpeg

Konserin ikinci yarısında Birsen Ulucan, Peter Ä°liç Çaykovski'nin Si bemol minör 1. Piyano Konçertosu için piyano başına geçti. Son provadan sonra nasıl olduysa yükseklik ayarı bozulmuÅŸ olan tabureyle uÄŸraşıp, orkestra esere baÅŸlayınca klavyeye dönüp giriÅŸini yaptı. Gerek aldığı eÄŸitim, gerek bireysel olarak ve kardeÅŸi Özcan'la birlikte yarışma baÅŸarılarıyla kendini kanıtlamış bir solist olan Birsen Ulucan, konçertonun parlaklığı ve etkileyiciliÄŸini dinleyiciye baÅŸarıyla yansıttı ve hak ettiÄŸi alkışı da aldı.

Birsen Ulucan, dört yıl Ä°stanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda öÄŸretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra, eÄŸitimciliÄŸini konservatuvar dışında sürdürme kararı alarak 6-14 yaÅŸ arası ve yetenek sınavı yapmaksızın gelen çocukların katıldığı “Sıcak Çikolata” sınıfını oluÅŸturarak onlarlarla birlikte konserler vermeye baÅŸladı. Bu çocuklardan yurtiçi ve dışında yarışmalarda baÅŸarı elde edenler de oldu.

 

Konser sonunda üç kardeÅŸ birarada selama çıktılar, bu arada sahneyi pek seven minik Ayla da sahneye sızıverdi ve yerini aldı. KardeÅŸler bis olarak Adnan Saygun'un Horon'ununu seslendirdiler. Keman partisini doÄŸaçlamadan ikiye bölmüÅŸlerdi, ilginç bir seslendirme oldu.

AÄ°LENÄ°N GÖSTERDİĞİ ÖZEN

 

 

Bakın daha Türkiye'ye göçten önce Abdurrahman dedeleri, Birsen ve Özcan için birer çocuk ÅŸiiri yazmış. Bu ÅŸiirler ailenin çocukların müzisyen olarak yetiÅŸmesini ne denli benimsediklerini de gösteriyor:

Piyano ( torunum Birsen'e)

Piyanom var benim

Çalmasını pek severim

TuÅŸlarına vurdukça

"Ne mutlu bana!" derim

Çırpınır teller

Verir güzel bir ses

Öyle çalmak isterim ki

"Bravo!" desin herkes!

Bugün Birsen Ulucan'ı dinleyen herkes “Bravo” diyor.

                   **

Keman ( torunum Özcan'a)

Aslan gibi Özcan'ım

Kemanımdır benim canım

AkÅŸam sabah çalarım

sıkılmadan hiç canım.

 

Alırım notaları karşıma

Dizmek isterim başıma

Kemanımın yanık sesi

Pek gidiyor hoÅŸuma

 

Çalışıyorum durmadan

Çıkmam bir yere sormadan

Böyle gide gide

Elbet olurum büyük adam!

Eh, Özcan da büyük adam, büyük kemancı olmuÅŸ, dedesinin ruhunu ÅŸâd ediyor.

Ne mutlu müzisyen ailelere...

Bakalım gelecek sezonun müzisyen ailesi olarak ÅŸef Ender Sakpınar kimleri sahneye çıkaracak?

 

Eric Taver, "Classica"Paris

" Birsen Ulucan'ın piyanizmindeki berrak çizgiler ile yoÄŸrulmuÅŸ dip güç, sanatçı kiÅŸiliÄŸini özgün, öngörülemez, sihirli kılmakta."

​

 

David Denton, "The Strad" Müzik Dergisi, Londra

" Karşıma çıkan en etkileyici Liszt "Dante" yorumlarından birisi olması yanısıra, sıradışı inceliklere sahip bir oda müziÄŸi icrası."

​

Birsen Ulucan ile Müzik Dolu Bir AkÅŸam

22 Nisan 2011 - Blogda Hayat

Piyanistimiz Birsen Ulucan, dün akÅŸam (21 Nisan 2011) Borusan Müzik Evi’nde keyifli bir konsere imzasını attı. Saat 19.30’da baÅŸlayan konseri izleyenler arasında Birsen Ulucan’ın erkek kardeÅŸi, keman solisti Özcan Ulucan, anneleri Necmiye Ulucan ve Birsen Ulucan’ın “Sıcak Çikolata Piyano Sınıfı”ndan öÄŸrenciler de vardı. Borusan Müzik Evi’ndeki konser yarattığı samimi ortamla da dikkati çeken çok baÅŸarılı bir konser oldu. Özcan Ulucan, bu güzel akÅŸamın “anlatıcısı” rolünü üstlenmiÅŸti. Birsen Ulucan’ın performanslarını güzel ÅŸiirler ve anekdotlarla süsledi.

Birsen Ulucan, Borusan Müzik Evi’ndeki programı için ilk olarak, son albümünde de yer verdiÄŸi Medtner’in “Masallar”ını (Op. 26, No. 1, 2, 3) seslendirmek üzere piyanosunun başına geçtiÄŸinde Özcan Ulucan, kısa bir açıklama yaptı. Aile olarak birarada bulundukları zaman müzik icra ettiklerini, ÅŸiir okuduklarını söyledi. Bu sözler, bir anlamda biz seyircilerin de Ulucan ailesinin o müzik ve edebiyat dolu beraberliklerine doÄŸru yolculuk yapacağımızın ipuçlarını taşıyordu. Özcan Ulucan Nazım Hikmet’in “Masalların Masalı” isimli ÅŸiirini etkili bir biçimde okudu:

 

Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.

Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneÅŸ.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneÅŸin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneÅŸe.

Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneÅŸ, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneÅŸin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneÅŸe, bir de ömrümüze.

 

Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceÄŸim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneÅŸ kalacak;
sonra o da gidecek.

Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
GüneÅŸ sıcak.
Çok ÅŸükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneÅŸe, bir de ömrümüze.

 

Alkışlarla karşılık bulan bu ÅŸiirin  ardından Birsen Ulucan, Medtner’in “Masallar”ını icra etmeye baÅŸladı. Piyanodan gelen sesler Nazım Hikmet’in dizeleriyle buluÅŸuverdiÄŸinde bu farklı konserin dinleyicisi olmanın keyfini çıkarıyordum. [Hemen not düÅŸeyim; Rus besteci Nikolai Karlovich Medtner’e (1880-1951) “Rus Brahms” da deniliyordu ve Rachmaninov, bu besteci için “Kimse onun gibi hikaye anlatamaz” demiÅŸti.]

Medtner’den sonra sıra Chopin’e geldi. Öncelikle Özcan Ulucan, Chopin’in eserlerinde Sein Nehrinin mırıltılarını duyabileceÄŸimizi söyledi ve annesinin yazdığı ÅŸiirlerden bir kaçını bizlerle paylaÅŸtı. Ardından sırasıyla Chopin Noktürn, No.1, Op. 9 ve Chopin Noktürn, No.1, Op. 27’yi dinledik. Birsen Ulucan, bizleri Chopin’in hayal dünyasına ortak etmiÅŸti.  Ve alkışların ardından Liszt’in 200. DoÄŸum Yılına Saygı DuruÅŸu olarak nitelendirdiÄŸim bölüm baÅŸladı. Bu bölümde, piyanistimiz, Liszt’in Petrarch Soneleri No. 104 ve No. 123’ü çok etkileyici bir güzellikte çaldı. Borusan Sanat Evi’nin küçük salonu sanatçının vücut dilini takip ederek nasıl bir odaklanma içinde olduÄŸunu anlama ÅŸansı veriyordu biz seyircilere.

Liszt’in ardından Özcan Ulucan, besteciyle ilgili bilgiler verdi, Chopin ile Liszt arasındaki farkları öne çıkardı. Chopin’in, Liszt’in aksine, içe dönük, çekingen bir kiÅŸiliÄŸe sahip olduÄŸunu ama duygularını müziÄŸiyle çok güzel ifade ettiÄŸini vurgulayarak sözü Birsen Ulucan’ın çalacağı Chopin Scherzo No.2’ye getirdi. Eserde hissedilen Chopin’in vatan sevgisinden, onur duygusundan bahsetti ve sözlerini, anneleri Necmiye Ulucan (endokronolog çocuk doktoru) tarafından yazılan çok etkileyici bir “barış” ÅŸiiriyle tamamladı. Chopin’in “Scherzo”su ile konserin ilk bölümü tamamlanmıştı.

Birsen Ulucan’ın “Bir AÄŸaç Gibi” [burada] ve “Masallar, Rüyalar, Fısıltılar” [burada] isimli albümlerini dinleyen okurlarım bilirler; sanatçımız çalışmalarında Türk bestecilerine de her zaman önem vermekte. Birsen Ulıucan, Borusan Müzik Evi’ndeki programında da aynı özeni gösterdi ve verilen aranın ardından programın ikinci bölümünü Türk bestecilerine ayırdı. Ulucan, ilk olarak Fazıl Say’ın (1970) “Nasreddin Hoca Dansları”nı icra etti. Ä°çinde caz ögeleri de barındıran ve virtüözite gerektiren bu eser adeta su gibi gibi akıp gitti. Fazıl Say, orada olsaydı eminim çok mutlu olurdu. Say’ın “Nasreddin Hoca Dansları” 1990 yılında bestelenmiÅŸ ve ilk kez 1991 yılında Berlin’de seslendirilmiÅŸ. Sanatçımızın 1991’de yapılan Avrupa BirliÄŸi Piyano Yarışması’nda aldığı “En Ä°yi ÇaÄŸdaÅŸ Müzik Yorumucusu” ödülünde bu eserin büyük pay taşıdığı, Say’ın, “piyanist” olarak girdiÄŸi yarışmadan “besteci” olarak çıktığı ve adı konmayan dolaylı bir yoldan “bestecilik” ödülü aldığı deÄŸerlendirmesi yapılmaktadır. [Fazıl Say’ın bu eserini Birsen Ulucan’dan dinlemek isterseniz sanatçının “Masallar, Rüyalar, Fısıltılar” isimli albümünü alabilirsiniz]

Fazıl Say’dan sonra, sıradaki Türk besteci Evrim Demirel’di. “Anadolu’dan Dört Halk Türküsü” için Birsen Ulucan, sahneye “Ä°stanbul ÇaÄŸdaÅŸ Müzik TopluluÄŸu”nun bir üyesi olarak geldi bu kez: Özer Özel (vokal-kemençe), Esra Berkman (kanun), Merve Nuvasil (klarnet), DilbaÄŸ Tokay (viyolonsel), Ceren Akçalı (kontrbas), Seçil Kuran (vurmalı çalgılar).  Farklı disiplinlerden gelen farklı enstrümanları aynı çatı altında toplayan “Ä°stanbul ÇaÄŸdaÅŸ Müzik TopluluÄŸu”nun bu ilk konseriydi. Eserin bestecisi Evrim Demirel de ÅŸef olarak sahnedeki yerini aldı ve seyircilere eser hakında bilgiler aktardı. Amacının çok sesli müzk yapmak deÄŸil çaÄŸdaÅŸ müzik yapmak olduÄŸunu özellikle vurgulayan Evrim Demirel’in eseri salondaki izleyiciler tarafından çok beÄŸenildi ve uzun uzun alkışlandı. Bu eseri Birsen Ulucan’ın “Masallar, Rüyalar, Fıslıtılar” isimli albümünde daha önce pek çok kez dinlemiÅŸtim. Ancak, canlı dinlemek çok etkileyiciydi. Özellikle Özer Özel’in vokaline kayıtsız kalabilmek mümkün deÄŸildi. Seyircinin alkışları karşısında topluluk, “YaÄŸmur YaÄŸar”, “Ferayi”, “Yayla Yolları” ve “Batum” isimli türkülerden oluÅŸan çalışmanın son halkasını bis parçası olarak tekrar seslendirdi.

 

Ve böylece ne yazık ki konser bitti. Ulucan KardeÅŸleri, 16 Åžubat 2011’de Cemal ReÅŸit Rey’de Liszt Oda Orkestrasıyla birlikte verdikleri konserde [burada] izlemiÅŸtim. Daha sonra da Birsen Ulucan’ın “Sıcak Çikolata Piyano Sınıfı Konseri”nde Özcan Ulucan’ı dinlemiÅŸtim. Her iki konserde ve dün geceki konserde dikkatimi çeken nokta Ulucanların aile kavramına, köklerine çok önem verdikleri ve sanatçı olarak buralardan beslendikleri. Bu özellikleri, onların konserlerini çok samimi ve sıcak kılıyor; müziÄŸi severek yaptıkları duygusunu hissettiriyor. Borusan Müzik Evi’nden ayrılıp konser sonrası BeyoÄŸlu’nda yürürken yine aynı duyguları hissettim. Bir sonraki konser ne zaman olacaktı acaba?

mf8kszsSv9rTtfVu60c50b6ee0cc3.jpeg

Alman Müzikolog Martin Greve'nin Piyanist Birsen Ulucan'ın "Masallar, DüÅŸler, Fısıltılar" ile ilgili yazısı

Birsen Ulucan'ın "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar"ında, bir tarafta Sergei Prokofiev ve Nikolai Medtner diÄŸer tarafta Fazıl Say, Ä°nci Yakar ve Evrim Demirel'in müzikleri arasında yüz yıllık bir zaman dilimi farkı bulunuyor.  Bu CD'de yer alan eserler, geçen yüzyıla sırtını dayayıp yeni bir bilinmeye doÄŸru ilerleyerek, Medtner'in geç dönem romantizm armonisi, ya da Evrim Demirel ve Ä°nci Yakar'ın halk türkülerinde görüldüÄŸü gibi bir asrın kapandığı ve yeni bir asrın baÅŸladığı dönemde bestelendiler.

 

Bütün eserlerde dönemin belirsizliÄŸine kiÅŸisel hayatın tereddütlerinin eklendiÄŸini hissedebiliyoruz. Buradaki tüm besteciler yıllar süren sürgün hayatı veya eÄŸitim döneminden sonra memleketlerine dönen birer gezgindiler. Prokofiev Amerika ve Fransa'ya, Medtner ise Almanya, Fransa ve Ä°ngiltere'ye göç etmiÅŸti.

Ä°nci Yakar ile Fazıl Say piyano parçalarının ilk ÅŸeklini Almanya'da, Evrim Demirel ise Anadolu'dan Dört Halk Türküsü''nün ilk ÅŸeklini Hollanda'da besteledi. Bulgaristan'da doÄŸmuÅŸ olan ve uzun dönem Ä°ngiltere ve Almanya'da eÄŸitim gören ve bugün Ä°stanbul'da yaÅŸayan Birsen Ulucan da gezgin hayatının yabancısı deÄŸil.  O'nu dinlerken bir kökünden sökülmüÅŸlük duyabiliyoruz.

 

Bu CD'deki her bir eser bir arayışı sergiliyor, oyun oynarcasına, parçalanmış, dalgın bir müzik. Eserlerin bir kısmı halk türkülerinden ve masallardan yola çıkıyor; bunu da  sanki ironi ve  soyutlama ile yapıyor. Aşık Daimi'nin , "Bu da gelir bu da geçer'' veya Kütahya yöresinden olan ,"YaÄŸmur YaÄŸar'' türküleri sanki belirsiz bir zamana ve bilinmeyen bir mekana nakledilmiÅŸ.

 

Birsen Ulucan CD'si hakkında, "Farklı ,ÅŸive'lerin sözkonusu olduÄŸu müzik dilinin, aslında tek bir kaynaktan geliyor olması...'' diyor.  Evet gerçekten öyle: tüm hayal kırıklıklarına ve biyografik farklılıklara raÄŸmen bütün parçalara aynı atmosfer hakim.  Nitekim buradaki bestecilerin baÅŸka bir ortak yanı daha var: Hepsi birer piyanist. Rachmaninov'la yakın dost olan Medtner Moskova Konservatuarı'nda piyano hocasıydı, Prokofiev de kendisinden yüzyıl sonra yasayan Fazıl Say gibi piyano virtüozuydu. Ä°nci Yakar Ä°stanbul ve Almanya'da piyano eÄŸitimi aldı ve Evrim Demirel de çok iyi bir caz piyanisti.

 

Bu CD'deki tüm ,, Masallar, Rüyalar ve Fısıltılar'' piyanodan yola çıkılarak tasarlandı ve doÄŸrudan piyano başında bestelendi. Dolayısıyla ortaya çıkan müzikte, piyanonun bütün tınısal imkanları biliniyor ve ustaca kullanılıyor.  Besteciler - ki bu açıkça duyulmakta- hissiyat ve hayallerini doÄŸrudan piyano başında geliÅŸtirmiÅŸler.

Birsen Ulucan'ın olaÄŸanüstü renkli çalışı bu parçalanmış hayallere can veriyor, zira kendisi de piyanoyu tanıdığı kadar hayatın parçalanmışlığını da tanıyor. Ve ayrıca kendisi de besteciler gibi büyük bir piyano virtüozu. Teknik açıdan oldukça zor olan parçalar bile O'nun çalışıyla, sanki çok doÄŸal ve kendiliÄŸindenmiÅŸ gibi duyuluyor.

 

Bu CD'yi dinlerken insanın içinden, o anda hangi bestenin çalındığını unutası ve sadece müziÄŸe kulak veresi geliyor. Bestecilerle onların zamanları arasındaki sınırlar belirsizleÅŸiyor ve müzik garip bir "piyano masalı" dünyasına karışıyor.

Piyano çalmak çocuk iÅŸi!

13 Åžubat 2010 - Sabah

sabah.gif

Piyanist Birsen Ulucan'ın yetenek sınavına tabi tutmadan kabul edip, özel ders verdiÄŸi altı öÄŸrencisi ilk profesyonel sınavlarını Kadıköy Süreyya Operası'ndaki konserlerinde verecek

Altı küçük piyanist sahnede

​

Piyanist Birsen Ulucan, dört yıl önce, üstelik yetenek ve kulak sınavına tabi tutmadan özel ders vermeye baÅŸladığı çocukların anne babalarıyla da bir aile gibi olacaklarını, evlerde bir yandan konser verilirken bir yandan da sıcak sohbetlerin yapıldığı zevkli saatler geçireceklerini, hatta minik öÄŸrencilerinin bir gün konser vereceÄŸini hayal etmiÅŸ olmalı... Çünkü bugün artık geldikleri noktada Ulucan ve altı öÄŸrencisiyle anne babaları büyük bir aile haline gelmiÅŸ durumda. Bu süre içinde bazı okullarda konser veren çocukları 15 Åžubat Pazartesi günü de Kadıköy Süreyya Operası'nda fuaye konserleri kapsamında dinleyeceÄŸiz. Saat 18.00'de baÅŸlayacak bu ücretsiz konserde öÄŸrenciler Bach'tan Chopin'e, Çaykovski'den Mendelsshon'a kadar birçok klasik müzik bestecisinin eserlerini çalacak. Ege Narter (10), Ä°dil Eker (11), Ä°zem Gürer (10), Ä°layda Piyale (13), Bilge (11) ve Ceren (13) EkÅŸi'den oluÅŸan 'Piyano Sınıfı' öÄŸrencilerinin 'Sıcak Çikolata' konseptiyle verecekleri konserin son bölümünde ise Birsen Ulucan'ın kardeÅŸi kemancı Özcan Ulucan küçük piyanistlerle Macar Dansı, Mazurka'lar, Sarı Gelin gibi eserleri seslendirecek.

​

YETENEK ŞART DEĞİL

 

Yıllardır dünyanın her yerinde konser veren piyanist Birsen Ulucan, bu çok özel 'Piyano Sınıfı'nı oluÅŸtururken çocukları neden yetenek ve kulak sınavından geçirmediÄŸini ÅŸöyle anlatıyor; "Konservatuvarlarda yetenek sınavı yapılıyor. Sonra 200 kiÅŸiden 10 kiÅŸi seçiliyor. Ama ben böyle bir seçim yapmadım. Çünkü müziÄŸe baÅŸlarken çok yeteneÄŸi ya da kulağı olmayan çocukların bile eÄŸitildikleri takdirde geliÅŸtiklerini düÅŸünüyorum. Bence bütün çocuklara bu fırsat verilmeli. Benim ders verdiÄŸim 'Piyano Sınıfı'ndaki çocukların her biri ÅŸimdi, kendi kiÅŸiliÄŸine göre birlikte müzik yapmanın keyfini yaşıyor. Üstelik arkadaÅŸları ve aileleriyle de bir araya geliyorlar." Gebze'deki Ä°nanç TürkeÅŸ Üstün Zekâlı ÖÄŸrenciler Okulu'nda Güher- Süher Pekinel sınıfında da piyano dersi veren Ulucan'a göre çocukların müzik hayatlarında geliÅŸebilmeleri için anne ve babaların desteÄŸi çok önemli. Bunun için evinde verdiÄŸi özel derslere mutlaka onları da davet ediyor.

 

                           

ANNE BABA DESTEĞİ ÖNEMLÄ°

 

Böylece yalnız çocukların deÄŸil, anne ve babaların da müzik bilgilerinde ilerlemeler kaydedildiÄŸini söylüyor; "ÖÄŸrencilerimin aileleri müthiÅŸ bir destek veriyor çocuklarına. Bazıları dersleri mutlaka takip ediyor. Çünkü çocuÄŸun ilerleyebilmesi için anne babalar benim devamım olmak zorunda. Çocuklarla birlikte onların da müzik kulakları geliÅŸiyor. Konserleri de baÅŸka türlü dinliyorlar. Çocukların aileleri artık benim yakınlarım gibi oldu." Çocuklar için bazen çaldıkları enstrümanı sevmek için öÄŸretmeni sevmek yeterli olabilir. Birsen Ulucan da her ne kadar disiplinli bir öÄŸretmen olsa da öÄŸrencilerin onu sevdikleri için piyanoda da ilerlediklerini gözlemlediÄŸini anlatıyor; "Aslında sert bir öÄŸretmen olduÄŸumu düÅŸünüyorum ama onları çok sevdiÄŸim için bunu hissediyorlar ve beni sevmeleri piyanoyu sevmelerindeki önemli bir etken. Hatta bazen, 'Acaba beni mi yoksa piyanoyu mu seviyorlar?' diye ÅŸüphe ediyorum. Ders öncesinde mutlaka sohbet ediyoruz. 'Bu hafta bana söyleyecek ilginç bir ÅŸey yaÅŸadın mı? Ne okudun? Hangi filme gittin?' gibi sorular soruyorum. Böylece onların kiÅŸiliklerine dair bilgiler de ediniyorum."

​

HAYATI BACH'TAN ÖÄžRENÄ°YORLAR

 

Birsen Ulucan, müzik ve özellikle piyano eÄŸitiminin çocuklara her ÅŸeyden önce dünyaya bakış açısı kazandırdığını söylüyor; "Sanatsever bir toplum yaratmak için nitelikli müzikseverlere ihtiyaç olduÄŸunu biliyoruz. Aralarından hangisi profesyonel müzisyen olacak, ÅŸimdiden söylemek erken. Ama en azından toplum için sanatsever birer yetiÅŸkin olacaklar. Müzik, hayal güçlerini, düÅŸünme tarzlarını etkiliyor. Çocukların hepsi baÅŸarılı öÄŸrenciler. Hayata ve sanata bakış açısı önemli olduÄŸu için onları bu kadar ilerletmeye çalışıyorum. Çoksesli müzik, çoksesli bakış açısı kazandırıyor. Ayrıca piyano analitik düÅŸünme yeteneklerini de geliÅŸtiriyor. Müzik ya da sanatın herhangi bir dalının sadece duygu olmadığını, 'neden, niçin' sorusunu sormayı öÄŸreniyorlar. Bach'tan çoksesli ve uyum içinde olmaları gerektiÄŸini öÄŸreniyorlar. Beraber çalarken de demokratik bir ortam oluÅŸuyor.''

 

EVDE PÄ°YANO GÜNLERÄ° YAPILIYOR

 

"Bütün ailelerin evlerinde piyano var. Zaman zaman deÄŸiÅŸik evlerde toplanıyoruz; hem sohbet ediyoruz hem de birlikte çalışıyoruz. Bu konser için de üç dört ayrı evde çalıştık. Çocuklar için mükemmel bir deneyim bu. Çok zevkli bir ortam oluÅŸuyor. Hatta geçen yaz kardeÅŸim Özcan'la Kıbrıs'ta masterclass çalışmamız vardı. Üç öÄŸrencinin ailesi oraya da geldi."

​

ESERLERÄ° ÖÄžRENCÄ°LER SEÇÄ°YOR

​

"Eserleri seçerken hem onlara hitap etmesine hem de zorlamasına dikkat ediyorum. Severek ve zorlanarak çalmalarını istiyorum. Çünkü hayatta da her ÅŸey emek istediÄŸi için, sadece sevmek yetmiyor. ÖrneÄŸin hiç duymadıkları bir eser seçiyorum. Bu o hisleri tanımalarına çalışıyorum. Konser için de seçtiÄŸim bütün eserleri önce baÅŸtan sona kadar kendim çalıyorum. ÖÄŸrencinin 'Bu güzel,' dediÄŸi eseri seçiyorum. Çünkü esere yatkınlık ve his önemli. Çocuklar konsere hazırlanırken korkuyor ama bu korkuyu ben bile hâlâ her konserde yaşıyorum. Korkulsa da bu zevki yaÅŸamak lazım."

hurriyet.gif

Sanayi Mahallesinde Klasik Müzik

17 Mart 2010 - Hürriyet

Ä°lk konseri 21 Mart'ta yapılacak Bosch Genç Klasikçiler Festivali, klasik müziÄŸi Sanayi Mahallesi'ne taşıyor. Klasik müzikte önemli isimlerin yer aldığı festivalde konserlerin tümü Kâğıthane'deki okullarda yapılacak
 

Bosch, YOYO DüÅŸlersarar iÅŸbirliÄŸiyle hazırlanan Bosch Genç Klasikçiler Festivali klasik müziÄŸi, alışılagelmiÅŸ salonlarından farklı olarak Sanayi Mahallesi'ne taşıyor. Ä°stanbul'un farklı kavramlarını yan yana getirmek fikriyle yola çıkan festivalin açılış konseri, 21 Mart 19.00'da Seyrantepe Sanayi Mahallesi'ndeki StüdYOYO'da yapılacak.
Amacı, ÅŸehrin farklı noktalarına klasik müzikle ulaÅŸmak, ÅŸehri sanat faaliyetleriyle birbirine baÄŸlamak ve insanları yakınlaÅŸtırmak olan Bosch Genç Klasikçiler Festivali; Ä°stanbul Metrosu'nda özel olarak giydirilen vagonlarda, Seyrantepe'de belirlenmiÅŸ altı devlet okulunun konferans ve spor salonlarıyla, StüdYOYO'da verilecek konserlerle sokaktaki insanlara ulaÅŸacak.

Birbirine uzak ikililer 116 sanatçının katılımıyla gerçekleÅŸecek Bosch Genç Klasikçiler Festivali, 'sanat ve Seyrantepe', 'gençlik ve klasik müzik', 'klasik müzik ve gündelik yaÅŸam' gibi birbirine uzak ikilileri aynı platformda buluÅŸturuyor. 25 genç Yunanlı sanatçıyı da ağırlayacak olan festivalin onur konuklarıysa; Burçin Büke, Birsen & Özcan Ulucan, Cem Mansur, Fazıl Say, Gülsin Onay ve Åžirin PancaroÄŸlu. Profesyonel sanatçıların yanı sıra Türk ve yabancı genç yetenekler ile çocuklara odaklanan festival, Ä°stanbul'a armaÄŸan edilmiÅŸ özel bir etkinlik olarak vurgulanıyor.

Festival 29 Mart'a bitecek 29 Mart'a kadar devam edecek Bosch Genç Klasikçiler Festivali'nin, tümü Kâğıthane'de bulunan okullardaki konser programıysa ÅŸöyle: Burçin Büke (piyano) 22 Mart 15.00-16.30 Faruk Verimer Ä°lköÄŸretim Okulu, Birsen Ulucan-Özcan Ulucan 23 Mart 15.00-16.30 Faruk Verimer Ä°lköÄŸretim Okulu, Semplice Quartet 24 Mart 13.00-14.30 Atatürk Ä°lköÄŸretim Okulu, Gülsin Onay 25 Mart 13.00-14.30 Hasbahçe Ä°lköÄŸretim Okulu, Cem Mansur 'DokunduÄŸu YaÅŸamlar Orkestrası' 26 Mart 13.00-14.30 F. A. ÇaÄŸdaÅŸ YaÅŸam Ä°lköÄŸretim Okulu, Fazıl Say 29 Mart 13-00-14.30 Hasbahçe Ä°lköÄŸretim Okulu. (Kültür Sanat)

opera.gif

Birsen ULUCAN

Samimi, Tutkulu ve Ä°syankâr Yolculuk

Piyanist Birsen Ulucan'ın yeni albümünün adı "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar". Bu onun ilk solo albümü.

Birsen Ulucan'ın klasik müziÄŸi, caz ve halk müziÄŸi öÄŸeleri ile buluÅŸturduÄŸu "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar" isimli albümünde Rus besteci Medtner, Prokofiev, Ä°nci Yakar, Fazıl Say ve Evrim Demirel besteleri var. Ulucan'a göre klasik müziÄŸin temeli de halk müziÄŸi. Caz ise klasik müzikten, özellikle de Bach'tan çok beslenmiÅŸ. Ä°ÅŸte bu yüzden de "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar"ın temelinde, farklı "ÅŸive"lerin var olduÄŸu müzik dilinin aslında tek bir dil olduÄŸu inancı yatıyor.

 

Bu albüm ilk solo çalışmanız. Nasıl bir deneyim oldu sizin için?

 

Albüm yapmak için özellikle fikirsel anlamda sanatçının kendisini hazır hissetmesi lazım diye düÅŸünüyorum. Yani hissettiklerini düÅŸünce olarak ortaya koyma isteÄŸi ve bunu en doÄŸru ÅŸekliyle sunma gayreti. Tabii ki, gelen olumlu tepkiler bizi her zaman mutlu ediyor. EleÅŸtirilerin ise yapılan iÅŸe olan inancımızı tekrar sorgulatmayacağını bilmek hoÅŸ bir duygu. Bu sebeple benim için çok zevkli bir çalışma oldu. Yeni eserler öÄŸrenmiÅŸ, yeni arkadaÅŸlıkların temelini atmış oldum. ÖrneÄŸin, besteci Evrim Demirel'in yeni kurduÄŸu ve CD'de gönüllü olarak yer alan Ä°stanbul ÇaÄŸdaÅŸ Müzik TopluluÄŸu ile tanışma fırsatını bulduÄŸum için mutluyum. Ayrıca perküsyoncu arkadaşım Engin Gürkey'in katılımı benim için önemli ve ilham vericiydi.

 

Klasik müzik artık standartlarının dışına çıkıp caz ve halk müziÄŸini de içine alıyor. Yeni albümünüz de bu anlamda ayrıcalıklı. Nasıl bir serüvendi "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar"?

 

"Klasik" müzik diye adlandırdığımız müzik aslında "evrensel" ve temelinde halk müziÄŸini barındırıyor. Halk ezgileri, dansları ve efsaneler, kısacası halk kültürü en büyük bestecilerin eserlerinde yüzyıllardan bu yana her zaman ilham kaynağı. Caz ise klasik müzikten, özellikle de Bach'tan çok beslenmiÅŸ, farklı ve özel bir renk olarak birçok klasik müzik bestecisinin ilgisini çekmiÅŸ bir tür. ÖrneÄŸin, George Gershwin'in solo piyano ve caz orkestrası için "Rhapsody in Blue" adlı eseri, 1924 yılında yazılmıştır. Neredeyse yüz yıl önce! "Masallar, Rüyalar, Fısıltılar"ın temelinde de, farklı "ÅŸive"lerin var olduÄŸu müzik dilinin aslında tek bir dil olduÄŸu inancı yatar. "Åžive" olarak nitelendirdiÄŸim de, orada yer alan klasik, halk ve caz öÄŸeleri.



Albümde Sergei Prokofiev, Nikolai Medtner, Fazıl Say, Ä°nci Yakar ve Evrim Demirel'in besteleri var. Hepsi ayrı bir dünya ama bu albüm bir bütün. Bunu nasıl kurguladınız?

​

Tek bir dünyanın derinliklerine dalmak ne kadar heyecan verici ise, farklı dünyalarda dolaÅŸmak da benim için o kadar heyecan verici. KuÅŸbakışı bir dolaÅŸmadan bahsediyoruz aslında. Medtner'in kendi halindeki samimi müziÄŸi, Prokofiev'in tutkulu ve isyankâr anlatımı, Evrim Demirel'in makam, caz ve klasik arasındaki köprü arayışları, Fazıl Say'ın halk ezgileri ve caz ile yoÄŸrulmuÅŸ müziksel esprililiÄŸi, Ä°nci Yakar'ın rüya âlemi. Benim için çok zevkli bir yolculuktu.

​

Klasik müzik CD'lerinde genellikle belirli bir görsel yaklaşım oluyor. CD'nin kapağı ve kitapçığını tasarlarken, bir imaj oluÅŸtururken neler düÅŸündünüz? Bu konuda nasıl bir yol izlediniz?

 

"Klasik müzik" dediÄŸimiz bu engin dünyanın parçası olurken, içsel arayışlar benliÄŸimizi ele alırken, iÅŸin görsel kısmı gerçekten de cezbedici olmayabiliyor. Dolayısıyla, bu yaklaşım CD kapaklarına da yansıyabiliyor. Ama biz yorumcular birer oyuncuyuz aslında. Ve bu yüzden büründüÄŸümüz karakterlerden bazılarıyla dinleyici karşısına çıkabiliriz. Yani bir tür maske gibi görülebilir bir CD kapağı. Ben de kaydımın görsel kısmı konusunda üç kiÅŸiye güvendim: Beni bir kiÅŸilik ve müzisyen olarak doÄŸru tanımlayabilen tasarımcı arkadaşım Gözde Oral; çoÄŸumuzun göremediÄŸini fark eden usta fotoÄŸrafçı Tamer Yılmaz; bu CD'de sponsorumuz olan moda tasarımcısı Jale HürdoÄŸan.

 

Masallar, Rüyalar sanki birbirini tamamlarken, peki neden Fısıltılar?

 

Çünkü kiÅŸiliklerimizde var olan en aykırı özelliklerimiz, aslında bizi en iyi tanımlayan özelliklerimiz. Zıtlıkların uyumunu ya da uyumsuzluÄŸunu temsil etmez miyiz? Ve kim demiÅŸ ki, aslında en "rahatsızlık verici" özelliÄŸimiz, en "güzel" özelliÄŸimizin temelinde deÄŸildir? CD'deki "uyumsuzluk" öÄŸesini de Prokofiev'in "4 parça" adlı eserinin son bölümü, "Åžeytani Telkinler" temsil ediyor.

 

                                                                                                           Ali Deniz USLU (23.01.2011)

                                                                                                                       Opera Türkiye

Farklı kuÅŸaklardan iki dost müzisyen. Keman virtüözü Ayla Erduran ve genç piyanist Birsen Ulucan hafta sonu ortak bir konser verecek. Ayla Erduran, uzun müzik kariyerine dönüp baktığında 'Mizah duygumu kaybetseydim hayat benim için daha zor olurdu' diyor.

 

                                    ERAY AYTÄ°MUR 17/06/2010 - Radikal

Ayla Erduran, genç piyanist Birsen Ulucan için "Çalışına hayranım. Büyük bir piyanist" diyor.

 

Ayla Erduran'ı tanıma ve onunla çalışma ÅŸansını yakalayalı uzun zaman oluyor. Sadece kemanıyla kurduÄŸu iliÅŸkideki deÄŸil onun her tür 'temperaman'ına hayranımdır oldu bitti. KuÅŸağının önde gelen yorumcuları arasında yer alan piyanist Birsen Ulucan ise yakın geçmiÅŸe dayanan arkadaÅŸlığımıza raÄŸmen müzikle ve hayata kurduÄŸu iliÅŸki açısından en güvendiÄŸim sanatçılardan biridir ve sanki bir peri kızıdır. Erduran'ın Topkapı Sarayı sahnesinde geçirdiÄŸi rahatsızlığın ardından çıkacağı ilk konseri ikili olarak vereceklerini duyunca harekete geçtim. 19 Haziran'da Sakıp Sabancı Müzesi'nin içindeki The Seed'de gerçekleÅŸecek konser öncesinde Erduran ve Ulucan'la kayıt cihazını aça kapaya, geçmiÅŸle bugün arasında müzikli müziksiz acı- tatlı savrulduk. olarak geçmiÅŸle bugün arasında açıp kapadı.

 

Ayla Erduran ve Birsen Ulucan bir araya nasıl geldi?

 

Ayla Erduran: ArkadaÅŸlığımız 1991'e dayanıyor. Büyük yardımları olmuÅŸtur bana bir takım konserlerimde. Çalışına hayranım. Birlikte çalıyoruz diye söylemiyorum, konserlerinde de bulundum onun. Büyük bir piyanist, harika bir sanatçı. Birsen'in yalnız çalışı deÄŸil karakteri de öyle. Birsen'le çalmak benim için büyük bahtiyarlık.
Birsen Ulucan: O zaman ben de anlatabilir miyim? Çok iyi hatırladığım bir anım var. Kötü bir dönemden geçiyor, yetersiz hissediyordum kendimi. Sözde, ben Ayla hanıma yardım edecektim Elgar konçertoya eÅŸlik ederek. Fakat duygusal olarak da müzisyen olarak da o yardımcı oluyordu. Beni etkileyebilecek tek kiÅŸiydi. Çalıştık çalıştık sonra gecenin 11.30'unda dedi ki; "Sen bana konserde çalacağın konçertoyu çal..." Ben çalıyordum temaları o da bana temel ÅŸeylerden bahsederek yol gösteriyordu. Konsere kadar öyle gitti sonunda bildiÄŸim kadarıyla güzel bir konser çıktı ortaya. Demek ki ÅŸefkate, ilgiye ve yönlendirilmeye ihtiyacım varmış. Çünkü konserde hatırladığım ÅŸeyler son söylenenlerdi ve onlar hep Ayla hanıma aitti. Büyük bir ruh, büyük bir müzisyen. 

​

Ve bunlarla birlikte ikinizi bu kadar sıkıca baÄŸlayan ÅŸey müziÄŸe duyduÄŸunuz saygı ve sevgi aslında.

 

Ayla Erduran: Müzik ulvi bir hadise. Kelimeye ihtiyaç duymayan bütün dünyaya hitap eden bir lisan. O ses ya kalbe giriyor ya girmiyor. Bizlerin yeteneÄŸi varsa sorumluluÄŸumuzu yerine getirmeliyiz. Yalan söyleyecek deÄŸilim tabii ki ben de istiyorum alkışlanmayı. Fakat çok kötü çalıp da alkışlanırsam o gece uyuyamam. Dünyadaki her ÅŸeyde saygı duyulması gereken bir yan var ama bir yandan HiroÅŸima, Auschwitz gibi ve ÅŸimdi feci kötülüklerden geçtik geçiyoruz. Siyah-beyaz dengesi gibi belki, güzelliÄŸin olabilmesi için belki bu çirkinliÄŸe ihtiyacımız var. Çünkü dünya bitmedi daha. En önemlisiyse; müzik yanlış anlaşılmaz!

 

Konserde Handel, Grieg, Albeniz, Sarasate ve Tchaikovsky seslendireceksiniz. Bu repertuvarı nasıl belirlediniz? Senfonik yapıtlara nazaran prelüd, sonat ve küçük parçaları mı tercih ediyorsunuz çoÄŸunlukla?

 

Birsen Ulucan: Aslında bunu Ayla hanım belirledi. Mesela Grieg sol majör sonatı daha önce çalmamıştım. Kimse çalmıyor oysa öyle güzel bir eser ki. Ayla hanımda vardır böyle keÅŸfedilecek bir ÅŸeyler daima. Hem benim için de yenilik, öÄŸrenmiÅŸ oluyorum, hem de kemancı kardeÅŸlerim faydalanıyor.
Ayla Erduran: Küçük parça diye bir ÅŸey yok, parçalar var. Bilmiyorum dinleyiciler de daha çok seviyor. Kısa kısa. Handel'i, Albeniz'i zaten çok severim. Sonra Moskova ve hocam David Oistrakh'la olan anılarım adına Sarasate ve Tchaikovsky... Ä°lk onunla çalmıştım bunları.

 

Sahnede olmanın cilvesi, tatsız olmayan kazalardan ilk hatırladıklarınız neler?

 

Ayla Erduran: 1957'de Wieniawski Yarışması'nda ödül kazanmıştım. 1973'teki ilk Ä°stanbul Festivali'ne Polonya Radyo TV Senfoni Orkestrası gelince yarışmada çaldığım eseri birlikte çalalım istediler. Neyse sonra güzel bir atmosferde konserin sonuna geldik. Bir kadans kaldı zaten kısa konçerto. Fakat kadanstan önce bir sayfa var rekaputilasyon deniyor. BaÅŸtakinin aynısını çalıyorsun, çok güçlü, ÅŸeytani bir pasaj. Yine de baÅŸta baÅŸardığım için bir korkum yok ama çabuk çabuk çalarken bir boÅŸluk var orada orkestranın çalmadığı. Ben sekiz notalık bir iniÅŸ yapıyorum içine. Bir mezür var. O sekiz notayı inerken -akrobasi çalışsaydım bu kadar beceremezdim- arÅŸem uçtu havaya ve sekiz nokta çalınamadı tabi ama ben böyle bir havaya uçtum ki hop diye yakaladım ve kalan pasajın içine bir anda öyle daldım. Böyle bir facia da Ferdi Åžtatzer'in başına gelmiÅŸtir. Büyük piyanist. Avusturya'dan gelmiÅŸ ve benim ilk hocam Karl Berger'le buradaki ekolü kurmuÅŸ bir adam. Benim, Verda'nın (Erman), gençlerin, hepimizin hocası, dünya ÅŸekeri bir insan. Åžimdi bir konserde çalıyor piyanoyu. Böyle büyük bir arpej soldan saÄŸa doÄŸru yaparken. O gidiÅŸ... O gidiÅŸ derken; kay sen, notalarla birlikte: Yerde! Bunları niye anlatıyorum? Heyecanlarımız, sevgi, saygı hepsi var ama böyle kazalar da var. Böyle ÅŸeyler olur ama güzel ÅŸaşırmasını bilmek lazım. Pasajı bozarsın ama en son sesi müthiÅŸ çaldım diye gösterirsin. Bu da bir artistik taraf. Mizah duygumu kaybetseydim hayat daha zor olurdu.

 

Ayla Erduran (keman)& Birsen Ulucan (piyano) konseri 19 Haziran Cumartesi saat 20.00'de Sabancı Müzesi The Seed'de.

radikal.jpeg

Zincirler ve kapalı uçlarla iÅŸi gücü olmayan bir ruh Birsen Ulucan Tıpkı 'özgür ve spontan' diye bahsettiÄŸi keman virtüözü Ayla Erduran gibi. 2008 yılında kardeÅŸleri AyÅŸen ve Özcan Ulucan ile kaydettiÄŸi 'Bir AÄŸaç Gibi' albümünden üç yıl sonra, kiÅŸisel demeyi tercih ettiÄŸi ilk albümünü Medtner, Prokofiev, Ä°nci Yakar ve Fazıl Say'ın besteleri ile Evrim Demirel'in uyarlamasından oluÅŸan bir repertuvar üstüne oluÅŸturdu ve bu albüme 'Masallar Rüyalar Fısıltılar' adını vererek Lila Müzik etiketiyle yayımladı. Sadece piyanosunun başındayken deÄŸil konuÅŸurken bile çocukluÄŸumdan gelen en doyamadığım masalları anlatan, en tatlı sözleri fısıldayan ve hiç biri yokken bile hepsini hatırlatan Birsen Ulucan ile zaman yine çabuk geçti, Ve sohbetin sonu döne dolaÅŸa Oscar Wilde'm 'Bülbül ve Gülüne baÄŸlandı.

 

Albüm çok güzel olmuÅŸ da biraz cesur sayılabilir. Repertuvar ve düzenlemeler acaba fazla mı eklektik?

 

Farkında bile deÄŸilim, Ä°çimden geleni yaptım. Ne istediÄŸimi biliyordum. BaÅŸta sadece genç Türk bestecilerini düÅŸünüyordum. Fakat kültürlere inandığım için, aynı prensiple hem tek başıma olmayı hem de baÅŸkalarıyla bunu paylaÅŸmayı çok istedim, Halk müziÄŸini, hele ki Rumeli türkülerini halam söylerdi, ben çok severim. Klasik müzik deyince de illa bir sınıflandırma oluyor ama bir ömür yetmez ki ona. Fikir olarak bütün bunları birleÅŸtirmek istedim. Türküleri çok iyi bilen birine vermeliydim. Mesela Evrim Demirel. Ve bu albüme solo CD denilmesini de istemiyorum açıkçası. Bu benim ilk kiÅŸisel albümüm. Tek başıma olduÄŸum kadar paylaÅŸmayı da seviyorum. Bazı enstrümanlar beni çok etkiliyor. Mesela seni artık daha iyi anlıyorum kemençeden ötürü. Hüzünlü bir insan sesi, sanki bir tek bana sesleniyormuÅŸ gibi. DiÄŸer enstrümanlar için de geçerli. Babam cerrahtır ama 1 'Klasik müzik bir evrendir'' diyerek bizi o yönlendirdi. Böyle arabada ıslıkla Åžostakoviç çalar, aynı anda bir türküye geçerdi. Ya da gurbetten geldiÄŸinde eline sazını alır biz bir tarafta bangır bangır piyanolar çalarız, ev tam bir tımarhaneye döner.

 

Ä°lk parça olan Medtner'in Masallar mı tabii Yaprak (Sandala) önerdi, deÄŸil mi?

 

Yaprak 20 yıllık arkadaşım. Konserler öncesinde mutlaka çalarım ona, çünkü mutlaka bir ÅŸey söyler. Biz yorumcular yorumlara konsantre olurken kaçırabiliyoruz. Yaprak da piyanist ama araÅŸtırmacı tarafı çok kuvvetlidir. Bir gün bana Medtner diye bir besteci var diyerek notaların başına ÅŸöyle bir not ekleyip göndermiÅŸ, "Canım arkadaşıma, masallar hayatımızdan hiç eksik olmasın''. Ben masallan çok sevdim. Notanın bile üstünden masal okurdum.

 

Peki piyano için yazmış olması dışında bu tabiri caizse konsept albüme Prokofiev almaktaki temel fikir ne?

 

Zıtlıkları seviyorum. Aynı istikamette giderken bir yerde bir viraja girmeyi, dönüp baÅŸka yerlere götürmeyi seviyorum. Masallar, rüyalar derken fısıltıları Prokofiev'le buluyorum. Ve tabii sıralama çok önemliydi, Anılar, ilham, sonradan ümitsizliÄŸe düÅŸmek ve en sonunda ÅŸeytani telkinler beni çok etkiledi. Prokofiev'in kiÅŸiliÄŸiyle ilgili bu. BaÅŸkaldırı. SavaÅŸ. Beethoven'da da var.

 

BaÅŸkaldırıyı çözdüÄŸümüze göre Fani Say'ın Nasreddin Hoca Dansları ne oluyor?

 

Fazıl Say'da caz öÄŸeleri her zaman var. Halk kültürüyle ilgili bilgisi de var. Ve bu arada çok perküsif kullanıyor piyanoyu. Net ve sertlik içinde. Fiziksel olarak rahat deÄŸil, güç istiyor onun besteleri. O yaÅŸayan ve dünya çapında bir besteci, hem de çok provokatif, Ben de provoke edilmeyi seviyorum.

 

Bu arada bu albüm kartonetindeki fotoÄŸrafların da provokatif.

Burada sentezler bambaÅŸka olduÄŸu için onay verdim, bir tür karnaval gibi. CD kapağı da öyle. Bu klasik müzik CD'si de olabilir baÅŸka bir ÅŸey de. Aldanıp da alabilirsin, bakalım hayal kırıklığına uÄŸrayacak mısın? Ben müziÄŸi bütün olarak görmekten yanayım, MüziÄŸi bu türlü algılayanlara ancak güveniyorum. Öbür türlü eksik kalıyor, Bir insanın bazı özelliklerini sevip bazılarını sevmeyince onu tamamen reddetmeyi saÄŸlıklı bulmam. Ä°stediÄŸim ÅŸeyi yaptım yani. Zorunlu olduÄŸum için ve ilginç olmak adına yapmadım.

 

Bize en sevdiğin masalı anlatır mısın?

 

O iÅŸte beni ele verir, çok verir. Onu söyleme. Ama bak Oscar Wilde'm bir ÅŸairden bahsettiÄŸi bir masalı var, Zengin bir kıza âşık, Kız çok kaprisli olduÄŸu için kış ortasında kırmızı bir gül istiyor. Åžair de bulamıyor tabii. AÄŸlayarak uykuya daldığında onu duyan bir bülbül var. Bülbül de onu seviyor. Sair sabaha kadar bir gül bulmasını gerektiÄŸini söylüyor. Bülbül dolaÅŸa dolaÅŸa sonunda bir beyaz gül görüyor. Beyaz gül diyor ki, tek bir çare var ama hayatınla ödemelisin. Sen dikenimi kalbine saplamalısın. Senin kanınla ben kırmızı bir güle dönüÅŸebilirim. Aynı zamanda da en güzel ÅŸarkılarını söylemelisin, Bülbül saatlerce en güzel ÅŸarkısını söylüyor. Sonunda ölüyor ama ölmeden önce ÅŸaire o kırmızı gülü de taşıyor. Uyandığında ÅŸair kırmızı gülü görüyor. Zengin kıza götürüyor ama zengin kız çoktan kendisi gibi zengin birinin teklifini kabul ettiÄŸini söyleyip ÅŸaire sırtını dönüyor, Oscar Wilde tabii bunu güzel anlatıyor ama sonuçta birçok öÄŸe var arkasında.

  • Spotify
  • iTunes
  • Amazon
  • YouTube
  • Beyaz SoundCloud'a Simge
  • Beyaz Facebook Simge
  • Beyaz Instagram Simge
bottom of page